"Muhammed yalan söylüyor"
İlk duyduğumda başımdan aşağı kaynar su dökülmüş gibi, ateş sarmıştı her yanımı, o küçücük yüreğim nasılda sıkışmıştı. O sözde öğretmenin sözlerini, koca sınıf ağzı açık saf saf dinlerken.
Hala hatırladıkça ve bu günlerin gidişatını izledikçe tüylerim diken diken oluyor, çaresizlikten kahroluyorum.
O zamanlar ilkokul beşinci sınıftayım, hani nostaljimizde kalan, saflığımızın rengi beyaz yakalı, kara önlüklerimiz ile örgülü uzun saçlı bir öğrenciydim. Bir gün kendi sınıf öğretmenizin yerine ilk defa gördüğüm başka bir öğretmen gelmişti sınıfımıza, dersimiz din dersi idi, başladı anlatmaya;
Hâşâ!
"Muhammed yalan söylüyor"
O anda o küçücük cüssemle ayağa kalkıp siz nasıl böyle konuşabilirsiniz Peygamberim hakkında diyerek yumruklarımı sıkarak haykırasım geldi. Ardından, "doğru söyleseydi, anlattığı dinde oruçtan bahsediyor, altı ay yaz, altı ay kış olan kuzey kutbunda oruç nasıl tutulacak? Bir insanın dayanması mümkün mü" diyerek kendince mantık yürütüp, bizim safi duygularımızı köreltip zihnimizi bulandırmak istiyordu.
Evet, farkındaydım bir şeylerin ters gittiğini, çünkü yaz tatilinde, rahmetli anneciğim kız kardeşim ile bizi üzerimizde emeği olan, hacı anne değimiz şimdi rahmetli olan hocamıza dinimizi diyanetimizi öğrenelim diye göndermişti, iyi ki de göndermiş, hani şimdinin çokbilmiş bazı pedagogları çocuklarınıza küçük yaşta din dersine başlatmayın, kafalarını karıştırmayın diyor ya...
Ya, o anda sınıfta yaşanan bu üzücü diyalogda az çok hiç bir bilgimiz, Allah, Peygamber sevgimiz olmasaydı, herhalde ruhumuzda ilk çöküş başlardı.
Lâkin daha on yaşında kız çocuğunun bilgisi ile o anki konulara cevap veremedim o gün o nasipsiz, zehir saçan sözde öğretmene. Dersimiz bitip okul çıkışında okul çantamda elif cüzüm ile hocam olan hacı annemin evine gitmiştim, beni görünce "Fatoş ne oldu kızım yüzün sapsarı olmuş” demişti. Ben ağlayarak olanları anlatmıştım. Peygamberimize nasıl yalancı der diye.
Üzerimizde çok emekleri olan, hayatımızda saygınlıkları ve sevgileriyle yer eden hala hayırla yâd ettiğimiz öğretmen hoca ve eğitimcilerimizde var tabi ki, bu travma tik olayı o değerli insanları muaf tutarak yazıyorum, ve minnetle teşekkürler ediyorum.
Lâkin! hiç sonu gelmeyecek,
O sözde eğitimcilerin ve onun gibi zehir saçanların, çocuklarımızın, gençlerimizin ruhunu uyuşturanların.
Bizler gaflet uykusunda oldukça, Çocuklarınızı saldım çayıra Mevla'm kayıra, yedirdik, içirdik, giydirdik birde tahsilini tamamladık, dünyalığını tam eyledik düşüncesiyle yaşadıkça...
Farkında mısınız bilmem!
Her dönem dünyada, İslâm âlemi nede sıçrayan sapkın akımlar gittikçe artıyor, önceleri, gizli saklı olanlar, gittikçe, arsızca, alenen işleniyor.
Dünyada, insanlık Yaratıcıdan uzaklaştıkça, çığırından çıkıyor. Yeni nesil maalesef ahlaksızlık batağında, doyumsuzluk buhranında boğuluyor. Bir zamanlar satanizm furyası, son zamanlarda cinsel sapkınlıklar,
Yeni inanışlar, deizm vesaire... Zehirli bir gaz bombası gibi gençlerimize pompalanıyor. Gözleri hırs bürümüş kirli eller tarafından.
İnsanlık teknoloji çağında ilerlerken, Hayvanlara, elleriyle yaptıkları putlara, yetmezmiş gibi kendisi gibi yaratılmış insana tapınması veya taptırılması, akıl alır gibi değil.
Ey insanlık! Gidişatımız hiç iyi değil
Evvela anneler, babalar, din adamları, eğitimciler ve mevkii sahibi kişiler bir an evvel bu akıl tutulması çöküşe el atmalı, dur demeli.
İki yakamız bir araya gelmeyecek, bizler birleşmedikçe, kendi ellerimizle itiyoruz hem kendimizi hem neslimizi Cehennem ateşlerine...