On ay olmuş, tastamam on ay, on gün gibi mi, on yıl gibi mi geçti. Zaman mekân mefhumu kayboldu sanki hangisinin arası kestiremiyorum duygularımı. Öyle karışık ki hayallerim, öyle dumura uğramış ki düşüncelerim, allak bullak oldu zihnim. Geçmişime gittim geleceğimi sezinledim.
Ah annem sen en sevdiğine gittin gideli, şu dehr-i faniyi terk ettin edeli bulunduğum zaman-ı mekânda, umulmadık dertler yumağında, sanki karabasan bataklığında, avare, avare gezindim.
Ah annem, bu yaşta çoluk çocuk, torun sahibi olmama rağmen, allak bullak etti gidişin beni, kor ateş gibi yaktı yüreğimi, ölüm… Öyle bir sarsıntı ki, ırgalıyor hipnoz ediyor can evini. Annem taa çocukluğuma, seninle geçen yıllarımıza, seni ilk hatırladığım anlarımıza geri sardım hayatımı. Neler ile nasıl vakit geçirdik, nasıl ömür tükettik, senin yaşantından, kendi yaşantımdan ve etrafımdaki hayatlardan örnek alarak iç dünyamda gelgitler içinde zikzaklar çizdim. Düşüncelerimi tekrar tekrar evirip çevirdim, nefsime sorgu sual edip süzgeçten geçirdim ve anladım ki, yalnız geldik şu dünyaya, yalnız gideceğiz ahir-i ukbaya. Sadece günümüzü sayan, her geçen dakika ecele doğru yaklaşan birer yolcu imişiz aslında. Kaderimizdeki insanlar, elimizdeki imkânlar, birer imtihan vesilesi imiş sadece. Annem garip bir yolcu misali yaşadın şu terk-i diyarda, bir vardın, bir yoksun masal misali, hala, hala yokluğuna alışamasam da.
Annem kabrinin başına gelince, seni sarıp sarmalayan kara toprağa sarılınca, sanki hiç şu dünyaya gelmemişsin, sanki hiç evlatların için çırpınıp büyütmemişsin, sanki hiç yaşam mücadelesi vermemişsin, annem senin gidişin ile anladım kimsenin kimseye Allah’tan gayri yetemeyeceğini. Sen istesen de, istemesen de, bir ölüm emri ile ardında bırakınca tüm dertleri ile canını dahi siper ettiğin sevdiklerini.
Annem kabrinin başına gelince, senden arda kalan bir avuç kara toprağına elleyince, her şey o kadar boş ve anlamsız ki, dünya ve içindekileri. Ah insanlar şu üç günlük ölümlü fani de niye birbirini kırar üzerki, o kadar çok ki yazmak anlatmak istediklerim, lakin hepsi toplanıp düğümleniyor boğazımda bir yumruk gibi.
İnsanlarda beyhude bir koşuşturma, ölüm her an enselerinde iken, nafile bir kaçış, yemek içmek, gezip tozmak, gününü gün etmekten gayri düşüncesi olmayan, tek dünyalı yaşayış, şuursuzca bir aldanış, nereden geldik nereye gideceğiz diye sorup sorgulayan, ölümü hatırlayan yok, bitmeyen boş hevesler, tükenmeyen hırslar sarhoşluğunda akıp giden zamanın çarkında ömürler tükeniyor, nefis denilen ejderha insanlığımızı öğütüyor. O kadar boş ki, kara toprağın altında; dünyanın oyalanma eğlencelik meşgaleleri, bilmem ne “izim” leri seni kabirde yalnız bırakan mahşerde faydası olmayan dünya idealleri.
Annem şahidim yanına kar kalan Hakkın rızası olan götürdüğün tüm güzelliklere, Rabbim ihsanı ile kat be kat sersin önüne. Hakkını helal et annem ilk göz ağrım sağ kolum dediğine. Annem, Rabbim izin verirse geçeceğim senin geçtiğin yollardan, senin hayatından örnekler alarak, yanında götürdüğün karlara bakarak, razıyım geçen ömrüme, hatalarım pişmanlıklarım da var elbette bir tek ukdem kaldı içimde keşke imkânım olsa idi, daha fazla ilim edinebilseydim, Rabbime giden yollarda keşke daha çok ömür tüketseydim.
Allah’ım hiçbir zerrenin boşa yaratılmadığı kâinatta, seni keşfetmeyi hayatın anlamını kalp gözü ile görmeyi, her an-ımızı Aşk-ın ile dolu dolu meşk etmeyi, ecel şerbetini içerken, Efendimiz eşliğinde sevdiklerimiz ile Nur Cemal’ini görmeyi nasip eyle. (âmin)